17 Aralık 2015 Perşembe

Muhteşembır




Bu doğru. Bu çok doğru. Muhtemelen yazdığım en mantıklı cümle olabilir. Bu arada iddalı bir başlangıç, okuyucunun ilgilisini çekmek için her zaman iyidir.

2 yıl boyunca buraya irili ufaklı toplam 81 adet giriş yapmışım. Pek çoğunda atıp, tutmaya bile ihtiyaç duymadan bir sonraki yazıya geçerek hadsizce ve cahilce tespitlerle bir takım hayatları karartmış, yuvalar yıkmış ve yoluma devam etmekte hiçbir beis görmemişim. Çünkü "cool guys don't look at explosions".

Tecrübe, elde etmesi güç, ardında bırakması ise ondan daha güç olan bir kaç şeyden biri. Bir diğeri jalapeño. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Yukarıda bahsettiğim 81 içeriğin pek çoğu ise, o dönem varlığına inandığım dimağımdaki taze bilgi kırıntılarının bende bıraktıkları doğrultusunda karaladığım bir kaç satırdan ibaret.

Sonuç
Emperyalist sistemde konuşmak gerekirse: F-
Anadolu kokan bir tabirle: Sike sürülecek akıldan yoksun

Peki neden böyle dediğiniz duyar gibiyim. Yalan konuşma, bir şey duyduğun yok, paragraf devam etsin diye sıkıyorsun dediğiniz de duyar gibiyim. Hatta yersiz el kol hareketleriyle birinci derece akrabalarımla yakınlaşacağınıza dair sinyaller verdiğinizi bile görür gibiyim. Off ben çok fena oldum.

Neden böyle? Çünkü başkasına tavsiye vermek çok kolay lan. Bedava! Burada benchmark'ımız "beyin" ise, ondan bile daha ucuz, öyle düşün. Yaşamadığın, bilmediğin, sadece üzerine tahminler yürütebildiğin her şeyle ilgili düşünmek ve daha kötüsü yorum yapmak ücretsiz. Beylikdüzü'ndeki akrabana gitmek için bindiğin Carrefoursa servisleri gibi, indiğinde vicdanını rahatlatmak için bir ekmek dahi almaya ihtiyaç duymaman gibi her şey. İlişkilerle ilgili, hayatla ilgili, dünyayla ilgili karaladığın her sayfanın yarın karşına vicdan azabı ya da utanç olarak çıkacağını bilmemek gibi.

Eşinin yanında "Ayrılıcaksın abi, baktın olmuyor." deme lüksünü elde eden insanın, ekmek bulamadığımızda en yakın pastaneye yönelmemiz gerektiğini söyleyen akıldan bir farkı yok. Güvenli sulardayken okyanusların güzelliğini öven adamın cesaretiyle, yalnızlığı bilmeden yanlışları doğruymuşçasına anlatan adamın cüreti arasında da. Farkımız yok.

Ve bu durum bizi daha kötü insanlar yapıyor. İnanın ya da inanmayın. Bence inanmayın. 5 sene sonra tekrar konuşalım, götüm başım ne kadar oynayacak bir kez daha bakalım.

18 Temmuz 2010 Pazar

Kasan Kısmın Özeti

Uzun vaadeli araların ardından insanda ister istemez reklamlardan sonra daha da enerjikleşen VJ sunumu yapma isteği doğuyor. Ama hız kesmeden devam etmeyi ne kadar arzulasam da beceremeyeceğimin bilincinde olduğumdan girizgahta da kimseyi kandırmanın alemi yok.

İki ay boşluktan sonra
baya oldu görüşmeyeli geyiği yapmış olmanın omuzlara yüklediği baskı da tarife müsait değil. Nitekim sekiz ay olmuş, neredeyse yeni evli bir çiftin balayı çocuğuna isim verme telaşına kapılmasına yetecek kadar büyük bir sıçrama yapmışız zamanda. O yüzden neresinde tutsam elimde kalacak bir yazıyla daha bizbizeyiz.

Sıradanlığından yakınmamın dahi sıradanlaştığı hayatımda şaşılacak derecede çok şey olduğunu varsayarsak kısaca özet geçmenin boynuma borç olarak yazıldığını düşünüyorum, en azından iyimser olup merak ettiğinizi düşünmek istiyorum. Şimdi tam olarak şöyle oldu:

» Bir önceki yazıda direk olmasa da dirsek temas ettiğim gibi eğitim hayatım adına büyük, insanlık adına küçük adımlar attım. Reklamcılık gibi kafamda 'Sat-Kazan
'dan öte mana bulamayan mesleğimden gayri bir de Görsel İletişim ve Tasarım bölümüyle yandal yapmaya başladım. Beslediğim sanatsal kaygılarla 3,5 atan götüm, okul bitmeden bu işe de el atmanın iyi olacağı gibi bir fikri bana mantıklı göstermeyi bildi. En nihayetinde gazap dolu üzümleri yemenin vakti geldi.

» Okulun ilk yarısı İpana'yla fırçalanmadığından daha yumuşak bir geçişe sahip oluyor. Ondandır ki zorunlu dersler o kadar da zor gelmeden geçiyor. Ama 3. sınıf itibariyle her ders daha sivri uçlara sahip olmaya başladığında insan verdiği bu yandal kararlarından pişmanlık duymak için de geç kaldığını anlıyor. Sonrasında her sabah kendini takdir etmek için kullandığı yaratıcı küfürlerle görevinin başına dönüyor. Yani en azından bende öyle oldu, ben de "Öyle olduysa neden genellemiyorum?" dedim, oldu.



» 1 koca dönem boyunca Beşiktaş'ın muhtelif noktalarında kare, üçgen, yuvarlak gibi esasında sayısal bir değer teşkil eden objelere benzeyen şeyler yakalama derdiyle her yanından buram buram analogluk akan makinemi saldım ortama. Yetinmeyip, El İşi Advanced olarak adlandırabileceğimiz rezillikte karton kesip yapıştırdım ve makasla her gözgöze geldiğimde zihnen intihara teşebbüs ettim.


» Hayatımda bembeyaz bir karton açmanın verdiği pişmanlık ve telaş hissiyatıyla her sınıftan ders almaya and içip, birinci sınıftan aldığım bu dersin yanında bir de ilk göz ağrım tipografiye el atıp bitirme gayretine girdim. Sırf bu uğurda kendimi harflerle resmettim; yetmedi Sultanahmet'te turist kovalayıp ellerine harfler verdim; adeta minimal bir kültür ateşesi gibi bizim de esasında batılı bir uygarlık olduğumuzu, filmlerde gösterildiği gibi serifli ve serifsiz fontları ayıramadığımızın bir yalan olduğunu ve Comic Sans'ı bizim de sevmediğimizi anlattım durdum. Sonuç olarak aşağıda da görebileceğiniz gibi elle tutulur sonuçlar elde ettim.



» İşkenceden zevk almaya başlayıp beni esir alan tüm bu iş güce Stockholm Sendromu'yla karşılık vermek yetmemiş olacak ki dönem arasında staj yapmaya başladım. Sosyal medyasever yapıma cuk oturaklı bir iş olan interaktif reklam işine dalıp mutluluğun bir kısmını da oradan Google'a girip aramaya karar verdim -ki hala aramaya inancımı kaybetmediğimden oradayım-

» İkinci dönem de yine aynı rutini takip edip anadal-yandal-staj şeytan üçgeninde geometriden nefret etmeye devam ettim. Fakat bu kez yetinmeyip görev bilincinin tavan yaptığı Mizah Kulübü'müzün faaliyetlerine ağırlık verip, bir yandan da o civarda kas yapmaya çalıştım, göz çıkardım. Raptiye adında bir fanzin çıkartıp öyle ya da böyle farklı zamanlarda 3 tane klonladık. Büyük ihtimalle görenleriniz -ya da şöyle diyelim; zorla gösterdiklerim- çoğunluktasınızdır ama hala bu durumdan haberdar olmayanlar için şuradan tüm sayıları okuyabilir, buradan da Facebook üzerinden hayran hayran takipçisi olabilirsiniz, kafanıza göre.

» Tabi sadece bununla kalmayıp Doğaçlama Mizah Atölyesi adında kısa ama güzel bir maceraya atıldık, Allah kabul etsin.

» Hepsinden öte soundtrack sevecen yapımızı daha fazla dizginleyemeyip okul radyosunda program yapmaya başladık. 6 süper programı geride bıraktık. Seneye kaldığımız yerden devam etme kararıyla okul sonunda soluklandık. M. 'in de yüzümüzde gülücükler açmasına sebep olan katılımıyla yaptığımız program var mesela aşağıda, deneme sürümü olarak düşün:



İşte maalesef tüm bu atılımlardan vakit bulup bir şeyler yazamadım, ha bu hayatınızda space tuşunun açacağından daha büyük bir boşluk yarattı mı? Zannetmiyorum. Ama ben çok acayip özlediğimi fark ettim bu işi. Twitter sayesinde yazıp kaçmanın o uyuşturucu etkisiyle de hamlaşmış olduğumun farkındayım. Yine de sabah sağlam kafayla çalışırsam kısa zamanda toparlarım gibi geliyor. Hem sanırım daha bir sürü şey oldu ama ileride anlatmak için aklımı kurcalamamı gerektirecek bir şeyler de kalsın hiç değilse.

Not: "Özet geç piç!" diyecek olanlar için söylüyorum: Hoşgeldiniz lan!

26 Kasım 2009 Perşembe

Sanrılar Kurban İstiyor

Gel tanışalım önce, ben kısaca AD ama sen bana uzun uzun "Hacı naber? Baya oldu görüşmeyeli, nerelerdesin ya?" de.

Monolog bazlı ömrün izdüşümlerine tanıklık ettiğimiz bir başka yazıda daha hep birlikteyiz. Sizleri hız kesmeden bilinç akışıyla başbaşa bırakıyorum:

Akli dengeyi içsel hesaplaşmadan üstün tutan bir kültürün 0-12 yaş arası mirasçıları tarafından deliliğe delalet eden kendi kendine konuşma durumu aslen monologdan ötesi değil, sanırım farkındayız. Habitatımdan ileri gelen bir takım temassızlıklar, iletişim kesintileriyle birlikte beni bu yola baş koymaya itti. Hayal gücüm vitamin haplarıyla dahi kas yapacak halde olmadığından hayali arkadaş edinme lüksüne de sahip değildim. Ben de mecburen aynı bedende can gibi oldum kendimle. Uzun süredir yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyor; birlikte gülüp birlikte eğleniyoruz. Ama sanırım "üzüm benzeşmesi" olarak da bilinen suya çekim bizim başımıza da gelmiş olacak ki birlikte çok fazla vakit geçirmekten birbirimizin huylarına göz dikmeye başladık. Bir zaman geldi, pis herif bana benim ona soktuğumdan daha fazla laf sokar oldu. G.t etken yapım bir anda yerle yeksan şekilde yerini g.t olgan bir yapıya bıraktı; içimde adeta minik bir lombak filizlendi.

Uzun zamandır yazamıyorum. Aslında yukarıdaki paragrafın oradan oraya savurgan tavrı bu uzunluğa netlik kazandırmak için yaptığım beyin fırtınası sonucu kendime attığım çelmenin kısa bir özeti. Geçen bayramdan beri yazmıyorum, evet ve kendimi bayram sonunda Twitter'a yazdığım "Hadi iki bayram arası geyiği yapın, yapın yapın çekinmeyin" mealli tarizin tersine doğru sürüklemekten alıkoyamıyorum:

İki bayram arası yazmak iyi değilmiş dediler, ben de arifeye kadar sabrettim.

Al, yaptım işte. Bireysel g.t oluşlarıma bir yenisini daha ekledim. Koynumda bile bile ylang ylang besliyorum, yazık. Ama toplum beni buna sürükledi. Biriniz de çıkıp "Gel birlikte top koşturalım, dezenfekte edilmiş taşlarla cam kıralım, vandal olalım, insanlıktan çıkışımızı alalım" dediniz mi? Biriniz de çıkıp "H1N1 ama sen de bir tanesin, gel öpücem" deyip Sağlık Bakanlığı'nın uyarısını kulak ardı ettiniz mi? Biriniz de çıkıp "Aynı kalıpla üç cümle başlatma, kalıplara bağlı kalma" diye uyardınız mı? Yok. O zaman kimse beni suçlamasın. Dilediğimce kendimi g.t etme lüksüne sahibim. Sahi ben konuyu nereye yönlendirecektim? Unuttum.

Neyse. Zaten sonuç itibariyle aslolan niyet, p.ç olan yazı. Daha açıklayıcı ve eğitim hayatım adına yaptığım atılımların ömrümden götürdükleri üzerine argo gücü yüksek tümcelerle kısa zaman içerisinde buralarda olma ihtimalim yüksek. O zamana kadar kendine dikkat ol, bayramda vahşete seyirci kalma.

20 Eylül 2009 Pazar

Muvakkat

Her şeyden önce korkmayı bırakıp bir gün öleceğini kabullenmelisin.

Cehaletin can yaktığı keskin virajlardan başka hiç bir şey insanı düşünmeye sevketmez. Bilmemek, sizi cevap vermekten kurtardığı için omuzlarınız, altında ezileceğinizden çok daha az sorumlulukla yüklenir ki bu da size daha ahmak ama daha dik yürüme şansı verir. Mutluluğun resmi işte bu kadar basit bir kaç fırça darbesinden öte bir şey değildir. Diğer taraftan hayat neden aramaya başlamanız için gereken fitili her seferinde bir diğerinden daha büyük bir düşmanlıkla yakar ve her seferinde siz bu ateşi söndürene kadar elinizde kalan biraz daha azı olur. Acı çekmek, gerçeğe ulaşmadaki yegane yoldaştır ve yol boyunca canınızı sıkacak kadar çok konuşur.


Oysa insanlar hikaye dinlemeyi severler. Yüzyıllar boyu 3 başlı köpekleri, öfkeli Tanrı'ları, öldükten sonra dirilen peygamberleri, ortadan ikiye ayrılan nehirleri bıkmadan, usanmadan anlatıp/dinleyip dururlar. Hatta kendilerini anlatırlar bazen de; bir insan ömrüne akıl almaz anılar sığar düşündüğünde. Tonlarca suyu bıçak gibi ortadan yarabilecek kudretleri yoktur belki ama içine attıklarıyla boğulabilecek nice firavunu ölmeden önce secdeye eğebilecek hüzünler yaratmıştır çoğu. Midenize saplanacak bıçakların neşe dolu kahkahalar eşliğinde geleceği anıları da vardır tabiki; hüzne bulanmış sevincin yüzünden düşen bin parça bir küçük damla eşliğinde yolcu edilir, gülerken ağlamak işte tam böyle bir şeydir.

Canım yanıyor uzun zamandır çünkü aklım almıyor. Öleceğimin farkındayım, korkmuyorum ama gittiğim zaman ardımda bıraktığım hikayelerin öleceğini bildiğimden dertliyim. Nasıl olur da bir ömre dar gelen onca dün, bugün gitmeye hazır beklerken ben rahat ederim? Ben dediğime bakmayın, ben hiçim. Yolcu ettiklerimden arda kalanlar aklımdan firara kalkıştıkça değersizleşiyor varlığım, utanıyorum çünkü ufacık bir sırrı dahi saklamaya vakıf olamadım.

Dayanamıyorum bu fikre; anılarıyla beraber ölüyor insanlar. Oysa benim olanlarla değil bana anlatılanlarla yaşamak istiyorum ben. Aklımın bir köşesini geçmişe rehin vermek, hatırlamak değil unutmamak derdindeyim. Yazık ki yegane dermanım beni yarı yolda bırakmaya yeminli gibi; zihnim zahmet edip adımı hatırlamak istemezken anılar ister istemez fani.

9 Eylül 2009 Çarşamba

Kalp Gözü

Mezuniyet ardı içini hangi sıfatla dolduracağımı tam olarak bilmediğim bir konuda eğitim alıyorum: Reklamcılık. Konuyla ilgisi benimkinden bir iki basamak az olanlara "Televizyon falan işte" demeyi görev edindim, öte yandan "Bizim reklamımızı da yaparsın" diyenlere sırıtmaktan yan bağlarım çözüldü.

Gönül ister ki metin yazayım. Yazmaktan anladığımdan falan da değil hani, sadece düşünmekten anlamayan yazarlara bir hal yolunu göstersem kafi. Şurada bahseylediğim durum canımı ziyadesiyle sıkıyor, ziyade evet. Linkle tangle beni uğraştırma diyorsan konu şu: Mantık tasarrufuna karşıyım. Absürte varım ama "absürt zaten" ayağına mantıktan kısılmasına dayanıyorum. Bunun ne olduğu da hiç önemli değil. Karikatür, dizi, film, reklam ve benzeriyetle hiç fark etmez. Katlanamıyorum. Tabi bu katlanmaz çelik yapımın altında bir parça da her şeyi g.tünden anlamak yatıyor olabilir, bilinçaltı yan gelip yatma yeridir neticede.

Banvit reklamında krala kuşbaşı dana uzatan tavuğu ilk gördüğüm anda aklıma tavuğun psikopat olduğu geldi mesela. Düşünsene, koğuş arkadaşını kesip krala götürüyor, sonra da "kralım bana güveniyorsunuz değil mi?" diyor. Ulan senin güvenilecek bir yerin kalmamış ki. Hadi onu geçtim, kralın "tabiki güveniyoruz" demesi saraya ilk defa kırmızı et getiren Banvit tavuğunun daha önceleri pek çok kez beyaz et getirdiğini ve kralın güvenini kazandığını göstermiyor mu? Hı?

Bu minvalde bir zamanlar erkek sesiyle konuşan bir koltuğun malum bölgesine oturan Acun'un da halini düşünmüştüm. Ayyy, di mi? Değil işte. Odaklanamıyorum arkadaşım reklama. Neyse. Önceleri tezimi sunduğum yakın çevrem beni bu sesi kalın kırmızı arkadaşın erkek olmayabileceği yönünde ikna etmeye çalıştı. Bir iki reklam sonra salondaki kanepeye asıldığı ortaya çıkan NeİzlemekİstiyorsanızOnuGösterenTivi'nin halvete neresiyle gireceği tam bir netlik kazanmadığından Acun hala tehlikedeydi. Zaten hatırladığım kadarıyla ondan sonra da oturmadı Acın Boy. Şimdi deselerdi ki "Dicitürk Televizyası bu oğlum, uzaktan kumandasıyla uzaktan hallediyo olayı, çaktın?" vallahi çakardım. Hatta cümle sonunda göz kırpsalardı ben de karşılık olarak sinsice gülümserdim. Ama olmadı. Reklam yayından kaldırılana kadar ben Acun'u bacım olarak gördüm. Kutusunda ne hissettiğini merak ettim durdum. Çaktın?