25 Ağustos 2009 Salı

Prospektüs

Sevgili DX-H107, AJ-4Y5, R2D2FS ve diğer demirbaşlar; hepiniz hoşgeldiniz! Sizleri, ebeveynlerinizin size işgal ettikleri topraklara isimlerini veren narsist atalarından arda kalan gen kırıntıları eşliğinde verdikleri isimlerle selamlamak istemedim. Çünkü eminim ki sizler de nesil aşırı dede ismi almaktan sıkılmış o sessiz çoğunluğun gizli neferlerisiniz. Çünkü sizler de daha Avrupai olan ilk isminizi ön plana çıkartmak adına "Tuğberk'i kullanıyorum" gibi göreceli olarak kısa bir cümleyi defalarca tekrarladınız. Çünkü sizler de "adaş" kelimesinden ne kadar nefret etseniz de ortanıza geçip dilek dileyecek tezcanlı arkadaşınızın kolundan sürüklediği diğer "siz"le adınız dışında ortak bir nokta bulmak için milisaniyelerce çaba sarf ettiniz ama bulamadınız. Çünkü sevgili demirbaşlar, sizler eşsizsiniz!

Korkuya mahal, telaşa gerek yok. "Adam Olacak Maymun" adlı 4 ciltlik dev bir kişisel gelişim eseri sunmayacağım. Son cümle tedirginlik yaratabilir diye uyarma ihtiyacı hissettim.
Hem ben zaten kollektif bir gelişimden yanayım.

Kes!

Şu blog yazma hususunda aklıma gelen konuya giriş yapana kadar çektiğim karın ağrısı ve giriştiğim andaki standart sapma düzeyi karşısında eser sahibi olarak tedirginim. Nerden nereye valla!

Sal Gelsin!

Kadere inanmıyorum. Omzumdaki sözgelimi defterdarların aslında gerekli mercilerden talep ettikleri takdirde ulaşabilecekleri bilgileri benimle birlikte takılıp tek tek yazdıkları düşüncesi hoş değil. Ayrıca sürprizi kaçmış bir ömrün anlamı yok. Öte yandan birlikten doğan kuvvet olmak da hayatımı pek anlamlı kılmıyor. Yani ebeveynlerim tarafından, yalnızca ortaya çıkacak karışımı merak ettikleri için, doğaya salınmamış olduğumu düşünmek istiyorum.

Bence hepimiz içinde bulunduğumuz şu galaktik yapıya zimmetlenmiş demirbaşlarız. Hepimizin belirli bir görevi var ve hepimiz başlangıç meridyeni olarak nereyi aldığımıza göre değişse de, zorunlu doğu hizmetine tabiyiz. Nasıl ki Emine S. Beder yemek yapmak, Uğur Dündar mekan basmak ve Serdar Ortaç sessiz kalma hakkını kullanmak için varsa, sizin benim gibi insanlar da bir amaç için varlar. Üstüme vazife olmadığından seni gözlemleyip vazifeni kestiremedim
AJ-4Y5 ama bittikten sonra 10 dakika içinde kendini imha edeceğini söyleyen mazoşist görev kasedim bana benimkinin türdaşlarımı güldürmek olduğunu söyledi. İnsan ömrünü uzatmak için alternatif bir yolmuş, "çok yaşa" demek gibi.

Her neyse. Kullanma klavuzumu pek de fazla okumadan, görev bilinciyle hareket ediyorum kendimi bildim bileli. Dişe dokunur sonuçlar da elde ettim açıkçası. Ama süreci başka bir zaman incelerim. Şimdi hızla ileri sarıp katilin kim olduğunu öğrenme ve hikayeyi piç etme zamanı.

Son 1 yılda bu görevi daha da ete kemğie bürümek adına bağlı bulunduğum eğitim yuvası çatısı altında Mizah Kulübü denilen bir zımbırtı kurduk. Kurduğumuz günden beri de kendi kendine çalışıyor. İlginç gerçekten.

Biliyorsunuz yüzyıllardan beri süregelen bir sanat olarak bürokrasi, içinde "işbu" geçen maddelerle dolu sayfaları sağa sola imzalatmak ve onaylatmak üzerine. Yani ciddi bir müessesenin ürünü. Şimdi tutup da ciddiyeti oturma organıyla idrak etme çabasındaki bir avuç insana "tüzük" denilen tezeği yazdırmaya çalışırsanız abes kaçar, bilakis kaçtı da. Çünkü o insanlar tüzük yazabilecek kıvamda olduklarını düşünselerdi yani düşünseydik gider daha eli yüzü düzgün, daha kale alınacak bir kulüp açardık. Peh.

Neyse görevimiz tehlike en nihayetinde, kulüp güç bela açıldı. Sonrasında sidik zoruyla imzasını aldığımız, aslında mizah adına pek de umut vaad etmeyen ama kulübü kurmak adına gerekli sayıyı yakalamamız için sağ baştan sayan sözde üyelerimize alternatif olarak daha dolgulu üyeler bulmamız gerektiğini fark ettik. Çünkü bu iş iki (sayıyla 2) kişiyle yürütülebilecek bir şey gibi görünmemeye başladı. Biz de acil durum paketini devreye sokarak tezgahı açıp beklemeye koyulduk. Uzun süre de bekledik. Okulun en işlek yerinde iki kocaman afiş güleç insanların bir araya gelmesi için bir vesile olduğumuzu haykırıyordu ama hiç kimsenin algı menzilinde değildik.

Bir süre sonra varlığımıza yanıt veren üç-beş okur-yazar bünye akıllarına takılan o meşhur soruyu sordular: Ne yapıyorsunuz? Bu soru karşısında, her işverenin saplantılı bir şekilde arzuladığı "en az 4 senelik deneyim"in nereden kazanılacağı üzerine düşünen tüm demirbaşları empati kurmakta serbest bırakıyorum.

Ne yapıyorsunuz? Yeni açılmıştık, ne yapabilirdik ki? Yanıt esasında basitti: G.tümüz avuçluyoruz. Ama kaz gelecek yerleri tavuğa doyurmak pahasına plan ve projelerimizden, neler yapmak istediğimizden bahsettik durduk. Bilgileri kayda değer bulanları kayda değer bulduk.

Gelenlerin bir kaçıysa ilk başta ne istediğini biliyor gibi görünüyordu. Olaya "Hadi güldür!" diyerek giren bu zatlara bu istekleri karşısında üyelik talebiyle gittiğimizde makul buluyorlardı. Ama vaadimizi yerine getirdiğimiz anda bünyelerindeki yavşaklık oranı adrenalinle birleşip "ehehe kanka biz kaçtık" diyerek olay mahalinden uzaklaşmalarına neden oluyordu. Neden gittikleri konusunu açıklığa kavuştururken "tamam iyi güzel de biz ne yapacağız ki?" gibi bir cümleler kuran bu insan azmanlarının hemen yanımızdaki Enerji Kulübü'ne katılmaları da bir o kadar tahrik ediciydi. Enerji Kulübü'nde ne kadar dinamo çevirecekse bizim kulüpte de o kadar fıkra anlatıp yanındakini gıdıklayacağını söylemek istediysek de yapmadık. Edebimizle müşteri bekledik. Nihayetinde elde kalanlarla bir şeyler becerir gibi yapıp yılı devirdik. İyi oldu. Sonra da ben bunları sentez mentez derken bloga yedirdim ve sanırım blogdaki en uzun yazı oldu. Güzel oldu.

He bu arada tek dileğim oralarda bir yerlerde amacınıza uygun hareket etme çabası içinde olmanız. Yoksa ne ben çok komiğim, ne de bunlar okunmaya değer.

Sevgilerle,
Değerli Dostunuz SC-A89

Hiç yorum yok: