29 Mart 2009 Pazar

Tek Yol Devinim

Rahmetli dedem koyu bir Ecevit hayranıydı, o kadar ki evde Atatürk portresinin hemen yanında Ecevit'inki vardı. O dönem karşıdan karşıya geçerken dahi kullanmadığım sağ ve sol kavramlarının bir parti adı içinde neyi ifade ettiğini hep merak ettim. Yine de pek kurcalamadım çünkü bir şekilde tabu olduklarını zannediyordum. Arkadaş arasında zikredilen politika kelimesi bile tedirgin bir sazan olmam için kafiydi.

Bir gün, sanırsam iş eğitimi kitabında, nasıl yapıldığı adım adım anlatılan uçurtmayı yapmak için eli bu işlere yatkın dedemden yardım istedim. El yordamından habersiz ben, her şeyi kitabına uydurma gayretiyle tüm yönergeleri adım adım takip edip ederken son maddenin kuyruğun bağlanacağı yer konusundaki muallakta bırakan cümlesiyle allak bullak olmuştum. Göz kararı yerleştirdiğimiz kuyruğun ardından dedem, benden daha hevesli bir şekilde en yakın açık alana doğru yol aldı, ben de ardından gittim. Yerçekimine karşı gelme denemelerimiz pek tabiki sonuçsuz kaldı. Yine de uçurtmanın adını hak edip etmeyeceği konusu kesinlikle umrumda değildi. Gözümün gördüğü tek şey, dedemin uçurtmayı yaparken kullandığı naylondan DSP bayrağıydı. Basbaya yaftalanmaktan korkuyor, sürekli olarak etrafa bakıyordum. Sanki bir partiye mensup olmak suçmuş, ayıpmış, uçurtmayı gören arkadaşlarımın velileri, özellikle yavuklumunki çocuklarının benimle olan ilişkilerini bitirmeleri için onlara "bundan sonra ateri yok" tehdidi savuracaklarmış gibi geliyordu. Bu zor kararda pek tabiki benden yana olmayacaklarından emin olduğum o aterisever dostları kaybetmemek adına hevesimin üzerine işeyip dedemin elinden kaptığım uçurtmayı bodrumun karanlığına yollamıştım. Hala gönülsüzüm uçurtmaya karşı, hem zaten artık yaş da geçti.

Hiç yorum yok: